77. Cannes Film Festivali’nin ardından… Ödüller sahiplerini buldu: Kazasız belasız son buldu

Öylesine çelişkili, yorucu bir festival yaşadık ki Greta Gerwig başkanlığındaki jürinin kararlarını tartışmak bile anlamsız. Liste ortada. Ana yarışmadaki 22 filmden yedisi sahneye çıkıp bir Palmiye aldı.

Dört kadın oyuncu birlikte ödüllendirildi. Bu yılın en iyi, en önemli filmi ilk sıraya konulamayınca, çantadan özel bir jüri ödülü çıkarılıverdi. Altın Palmiye’nin 13 yıl aradan sonra hiç de olağanüstü olmayan bir Amerikan filmine verilmesi bile anlayışla karşılandı…

Bir meslektaşın ironik yorumuna katılmamak mümkün değil: “Barbie”nin yönetmeninden daha ne beklenebilirdi ki?”…

Evet, gereksiz tartışmalara girmeyip, keşke sadece bir permütasyon (yer değiştirme) yapılsaydı, diyelim… Muhammet Resulof’a Altın Palmiye, Sean Baker’e de Jüri Özel Ödülü verilseydi, kuşkusuz daha doğru, anlamlı bir seçim yapılmış olurdu…

“Anora”nın, hiç ödül almasa bile zaten yüksek olacak seyirci sayısını daha da kabartmak yerine, “Kutsal İncir Tohumu”nun olabildiğince geniş kitlelere ulaşmasına katkıda bulunmak daha anlamlı olmaz mıydı?

KADIN AĞIRLIKLI MI?

Muhammet Resulof’un ve ödül listesinin ikinci sırasında hak ettiği yeri bulan Hint kadın yönetmen Payal Kapadia’nın duyarlı, içtenlikli filmleri başta olmak üzere kadın kahramanlara odaklanan; kardeşlik ve dayanışma duyguları eşliğinde erkek egemen anlayışa karşı verilen kimlik kavgasını ön plana çıkaran filmlerin çoğunluk oluşturduğunun da ayrıca altını çizmek gerekir.

Kısacası, beklendiği gibi kadın ağırlıklı bir ödül listesinden söz etmek, bir eleştiri değil; sadece bir saptama. Jürinin erkek azınlıklı olması yanında, güncel küresel ortamın gerçekleri, kadınların verdikleri eşitlik ve özgürlük mücadelesinin filmlerdeki güçlü yansımasını kuşkusuz doğru ve doğal kılıyor. Ancak, jürilerin yapısının sonuçları belirleyici olduğunu da unutmamak gerekir.

JÜRİDE İRANLI BİR SANATÇI OLABİLİR MİYDİ?

Herkesin, “Hayır düşünülemezdi” diyerek, hemen tereddüt etmeden, kolayca yanıtladığı bu soru üzerinde biraz düşünmek gerekir. Festival yönetimi bu yıl ne İranlı ne de Hint bir sanatçıyı jüriye koymak istemezdi kuşkusuz.

Evet ama neden? 30 yıl aradan sonra ilk kez bir Hint filmi ana yarışmaya alınıyordu… Ülkesinden kaçan İranlı muhalif bir yönetmenin, kendisini hapse atan despotik rejimi eleştiren filmi de yarışmadaydı…

Öyleyse bu ülkelerden gelen başka bir sanatçının, o filmleri değerlendirmek durumunda kalması doğru olmazdı. Hatta, o olası jüri üyesini zor ve tehlikeli bir pozisyona sokmak yakışık almazdı; kaldı ki hiç de doğru olmazdı… Bu tür “geçerli nedenler”, temelde önyargılı bir yaklaşımın, vicdan rahatlatıcı bir çizgiye çekilmesi olarak ta yorumlanamaz mı acaba? Öyle ya, bu yıl jüri başkanı yanında bir üyenin daha Amerikalı, iki üyenin de Fransız olmaları son derece normal karşılanmıyor mu?

Egemen sinema dünyasından gelen sanatçıların, uluslararası düzeyde sesi az duyulan coğrafyalardan gelenlerden daha objektif olacakları yolundaki yerleşik yargı nereden kaynaklanıyor peki?

POLİTİK MESAJLAR…

Politik mesajların ödül listesinden çok ödül töreni sırasındaki konuşmalara (Rasulof’un berrak teşekkür konuşması dışında oldukça yumuşak, diplomatik cümlelerle) yansıdığı, pürüzsüz bir son gece yaşadık.

Gazze savaşı, rehinelerin özgürlüğü ve koşulsuz ateşkes çağrısıyla gündeme geldi; kadın haklarından da söz edildi… Rasulof, İran’da dört hafta önce idam cezasına çarptırılan 33 yaşındaki rapçı Toomaj Salahi’nin infaz edilmemesi için herkesin çaba göstermesini istedi… Altın Palmiye açıklanmadan hemen önce talihsiz son filmiyle hepimizi üzen Francis Ford Coppola, yakın arkadaşı ve iş ortağı meslektaşı George Lucas’a Onur Palmiyesi’ni kendi elleriyle teslim etti…

Hemen ardından rollerin değişerek Lucas’ın Coppola’ya Altın Palmiye vereceğini düşleyen (öngören) ilk senaryo çoktan çöpe atılmıştı!… Olsun, Amerikan sineması her şeye karşın son basamağa çıkarılmıştı ya, önemli olan buydu. Sonuçta, olası tehlikelerle dolu gergin bir ortamda başlayan festival, olumsuz ciddi bir olay yaşanmadan atlatılmış oldu.

Gerçek yaşama dönme zamanı geldi artık…

ÖDÜL LİSTESİ

Altın Palmiye: “ANORA”,

Sean Baker Büyük Ödül: “ALL WE IMAGINE AS LIGHT”, Payal Kapadia

Jüri Ödülü: “EMILIA PÉREZ”, Jacques Audiard

Mizansen Ödülü: MIGUEL GOMES, “Grand Tour” ile

Özel Odül: MUHAMMET RESULOF “Kutsal İncir Tohumu” ile

En İyi Erkek Oyuncu: JESSE PLEMONS Yorgos Lanthimos’un yönettiği “Kinds of Kindness” adlı filmdeki yorumuyla

En İyi Kadın Oyuncular: ADRIANA PAZ, ZOE SALDANA, KARLA SOFİA GASCON ve SELENA GOMEZ, Jacques Audiard’ın yönettiği “Emila Pérez”deki yorumlarıyla

En iyi Senaryo: Coralie Fargeat’nın yönettiği “THE SUBSTANCE”ın senaryosu

Altın Kamera: “ARMAND”, Halfdan Ullmann Tøndel

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir